Adem ARIKANLI


Kokuları algılama ve havayı akciğerlere hazır hâle getirmede vazifeli olan burunda, hikmetli bir yaratılış vardır. Burnumuz, bütün vücudu koruma ve vücudun ahenkli çalışmasına yardımcı olma işlerinde de vazifelidir.

Hayatımızın devamı için nefes alıp vermemiz gerekir. Bizim için olmazsa olmaz olan oksijenin, vücudumuzun ihtiyacını karşılamaya hazır hâle gelmesi için, burnun dar kanallarından türbülansla geçerken, temizlenip ısı ve nemi ayarlanır. Böylece soluduğumuz hava, soluk borusu ile akciğerlerdeki alveollere servise hazır hâle getirilir. Burunda bu şekilde günlük ortalama 23.000 defa alınan nefesle yaklaşık on beş metreküp hava işlenir. Bir araştırmacı, burundaki kusursuz yaratılışa duyduğu hayreti şöyle ifade etmektedir: Burun deliklerinin ardındaki alan, kimyacıların açıklamada zorlandıkları harikulade duyarlılığa sahip bir iklimlendirme sistemiyle donatılmıştır.1 Bu sistem, sadece havanın sıcaklık ve nemini ayarlamaz, aynı zamanda havanın muhteviyatındaki zararlı molekülleri algılayıp alarm veren bir mekanizmaya da sahiptir. Bu alarm mekanizması, burun mukozasının uyarılmasıyla, akciğerlerdeki havanın burun ve ağızdan kasırga hızıyla dışarıya boşaltılması şeklinde faaliyet gösterir ki, bu durum hapşırma olarak adlandırılır. Hapşırma neticesinde, solunan havayla vücuda giren zararlı maddeler dışarı atılır.

Nasıl ve neden hapşırırız?
Vücudumuza her gün milyonlarca mikroorganizma daha çok teneffüs ettiğimiz hava ile girmesine rağmen, sık sık hasta olmamamız bir İlâhî lütuftur. Teneffüs ettiğimiz hava ile burnumuza giren mikroplar, tozlarla birlikte buradaki silya adı verilen tüycüklere takılır. Buradan kurtulanlara burnun içini döşeyen epitelden salgılanan antibakteriyal mukus salgısı tarafından âdeta parola sorulur. Koku moleküllerinin sinir hücrelerince algılanabilmesi, mukusun kalınlığının 0,06 mm. civarında olmasına bağlıdır. Mukus tabakası daha kalın olsaydı kokuları algılamamız azalacaktı, daha ince olsaydı savunma sistemi zayıflayacak ve koku tüycükleri kolayca tahrip olacaktı. Ayrıca muhtevası ve yoğunluğu ile bu salgı, hava içindeki yabancı partikülleri filtre etmek ve havayı tam kıvama gelecek tarzda nemlendirmekle vazifeli kılınmıştır. Bu noktanın geçilmesi tehlike arz ettiğinden, vücudun hapşırma dediğimiz alarmı devreye girer ve mikroplar bu yolla defedilir. Hapşırma, üst solunum yollarının en mühim savunma mekanizmalarından biridir. Burundaki hususi sinir hücreleri eşik değerinin üzerinde uyarılınca sinyaller, beyne ulaştırılır ve hapşırma refleksi devreye girer. Mukus bezleri uyarılıp, mukus salgılanır ve kılcal damarlar genişler. Bu sırada burunda bir kaşıntı veya karıncalanma hissedilir. Beyinden gelen ikaz neticesinde baş, boyun ve karın kasları uyarılırken, ses tellerinin olduğu bölüm kapanarak, akciğerlerde hava basıncı iyice artar. Daha sonra da âniden açılıp, hava yüksek bir sesle dışarıya verilirken, burun ve solunum yolundaki yabancı maddeler de dışarı atılır. Hapşırmada vazifeli sinirler, aynı zamanda gözle de irtibatlı olduğundan hapşırma sırasında genellikle gözyaşı salgılanır ve bu esnada gözler gayriihtiyarî kapanır.

Grip, nezle, bronşit gibi rahatsızlıkların yanında, burun polipleri, uçuşan polenler, tozlar, parfümler, hayvan tüyleri ve hattâ âniden ışığa bakma gibi faktörler, hapşırmaya sebep olabilir. Bazı insanlar, bazı faktörlere karşı hassas olduklarından, daha çabuk etkilenip hapşırır. Bir kısmı da belirli dönemlerde hapşırmaya daha yatkındır. Meselâ, hamilelerin hormon miktarındaki değişiklikten dolayı, hapşırmaya daha meyyal oldukları tespit edilmiştir. Nesiller boyu bazı ailelerin fertlerinin arka arkaya belli sayılarda (3–5 defa) hapşırdığı tespit edilmiştir, bu durum hapşırık nöbetinin kalıtımla alâkalı olabileceği fikrini desteklemektedir. Erkeklerin kadınlardan, beyazların zencilerden daha çok hapşırdıkları bilinmektedir. İnsanların beşte biri karanlıkta ilerlerken, parlak bir ışığa baktığında hapşırır. Işığın âni yansımasından dolayı, gözbebekleri küçülür ve gözyaşı salgısı artar. Bu salgı, gözyaşı kanalıyla burun boşluğunun üst bölümüne ulaşır ve burun içindeki mukoza dokusunu uyararak hapşırmayı tetikler. Soğuk algınlığı gibi rahatsızlıklarda burun mukozası, daha hassas olduğundan, hapşırma çabuk tetiklenmekte ve gerçekleşmektedir.2

Misket bombalarına dikkat
Hapşırma, vücudun tabiî işleyişinin çok farklı bir durum arz ettiği nadir anlardan biridir. Mukoz bağın parçalanmasına yetecek güçte havanın hareketlenmesine yol açan hapşırma ve öksürme neticesinde damlacıklar meydana gelir. Bu esnada ağızdan çıkan havanın ve içindeki partiküllerin çıkış hızının yaklaşık 150 km/saat olduğu tespit edilmiştir. Grip vb. hastalıkların virüsünü taşıyanlar, hapşırma esnasında etrafa yüz milyon civarında mikroorganizmayı misket bombası gibi saçar. Meydana gelen bulutçukta 2.500–5.000 civarında damlacık çekirdeği havada saatlerce kalabilmektedir. Damlacık çekirdeklerinin çapı azaldıkça havada kalma süreleri artar. Uzun süre havada kalarak hastalıkların yayılmasına sebep olan damlacık çekirdeklerinin çapı, bir ilâ beş mikrondur.

Tüberküloz, yiyecek ve içeceklerden ziyade hapşırma, öksürme gibi derin solunum hareketlerinde basil yüklü damlacıkla; havaya dağılıp buharlaşarak daha küçük partiküller hâline geçen damlacıkların sağlam kişiler tarafından solunum yoluyla alınmasıyla bulaşır.3 Bu sebeple hapşıran kişinin, mikropları çevreye yaymamak için eliyle veya mendille ağzını kapatması gerekir. Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) 'hapşırdığı zaman, yüzünü elleriyle veya bir bezle örttüğü, sesini kıstığı'4 rivayet edilmiştir. Kendisinden sonra gelenlerin bir Sünnet olarak bunu yapacağını bilen Âlemlerin Rehberi (sallallahü aleyhi ve sellem), bu davranışıyla muhtemelen ümmetine mu'cizevî bir mesaj vererek, bu hususa dikkat çekmiş olabilir. Çünkü bu sayede hapşırma sırasında ağız ve burundan çıkan taneciklerin etrafa yayılmasına mâni olunacak, sesin kısılması ile de kimse rahatsız edilmeyecektir.

Viral bir enfeksiyon gerekli korunma sağlanmadığı takdirde, bir ay içinde dünyaya yayılabilir. Çünkü virüs taşıyan damlacıklar, ağız yoluyla hapşırıkta kırk metre, öksürükte altı metre, konuşmada iki metre uzağa gidebilmektedir. Bu yüzden kış aylarında grip gibi damlacıklarla bulaşan hastalıklar sık görülür. Çünkü insanların toplu bulunduğu yerlerde, bir kişinin birkaç defa hapşırması, virüsün yüzlerce kişiye birkaç dakika içinde bulaştırılması demektir.

Hapşırma faydalı mıdır?
Üst solunum yolunda bulunan tüycüklerin hareketi, akciğerlerin sağlığı açısından çok mühimdir. Bu tüycükler hava ile gelen zararlı maddeleri tutar, hapşırma refleksini harekete geçirir ve mukus ile birlikte, akciğerlere gitmesini engelleyerek, çok ehemmiyetli bir koruma vazifesi görür. Vücuda zarar vermesi muhtemel maddelerin, akciğerlerdeki hava ile birlikte dışarı atılması, kişiye büyük fayda sağlayan bir nimettir. Bundan dolayı hapşırabilmek için eskiden enfiye olarak bilinen karabiber gibi nebatî tozlar burna çekilmiştir. Hapşırdığımızda, beyin ve kalb damarları genişlerken, gözyaşı ve sinüs kanalları açılır, böylece akciğerlerden normalde atamadığımız ölü hava dışarı atılır.

Bir uzman; "Hapşırırken karın bölgesi ve beyin ağırlıklı olmak üzere vücutta büyük bir basınç ortaya çıkar. Bu basınç sebebiyle kalp damarlarına çok kan gider ve hattâ hapşırık nöbeti tutması hâlinde bayılmalar gibi ciddi durumlar ortaya çıkabilir. Ancak hapşırma sağlıklı kalp için faydalıdır."5 açıklamasını yapmaktadır. Hapşırırken ağzın tamamen kapatılarak, nefesin tutulması durumunda akciğerlerde patlama veya yırtılma meydana gelebilir. Çok şiddetli ve dengesiz bir hapşırma ile kaburgalar bile kırılabilir. Kişi, hapşırma refleksi başladıktan sonra ağzını ve burnunu tıkayarak hapşırmayı bastırmaya çalışırsa, beyne zarar verip felç geçirebilir veya beyin damarlarında basınç arttığından, kanama olabilir. Bu durumda hususiyle ameliyatlı kişiler, ciddi zarar görebilir. Ayrıca göz damarları şişerek çatlayabilir. Onun için hapşırma tetiklendiğinde kişi kendisini rahat bırakmalı ve hapşırmaya mâni olmamalıdır.

Hapşırma, solunum sistemine giren zararlılardan korunmayı sağlamanın yanında, vücudun rahatlamasına, ferahlamasına ve dinçleşmesine vesile olan bir reflekstir. Bu refleks vücuda yerleştirilmeseydi, rahatsızlık verecek pek çok zararlıdan kurtulmak zor olacaktı. Hapşırma sırasında kalbin diyastol (gevşeme) sonu dinlenme süresi artar. Muhtemelen hapşıran birine 'Çok yaşa!' denmesinin bir sebebi de budur. Güzel nimetlerden birisi olan hapşırmadan sonra "Elhamdülillah!" demek, verdiği nimetler dolayısıyla Allah'a (celle celâlühü) şükrün bir ifadesidir. Bu şükrü işitenin de "Yerhamükellah!" demesi Sünnet'tir. Bunun üzerine hapşıran "Yehdikumullah ve yuslihu balekum!" (Allah size hidayet etsin ve işlerinizi düzeltsin) diyerek mukabelede bulunur.6 "Müslüman'ın Müslüman üzerindeki altı hakkından birisinin de hapşırdığı zaman dua etmesidir."7 ve "Duanın kabul olduğu yerlerden biri de hapşırma ânıdır."8 şeklindeki Kutlu Nebi'ye (sallallahü aleyhi ve sellem) ait beyanlar, Allah'ın (celle celâlühü) hapşırma ile bize âdeta yeniden bahşettiği sıhhatimizin kıymetini bilmek ve hayatımıza devam ettiğimiz için, bir defa daha verilen onca nimete şükretmek mânâsına da gelir. Hapşırma, sadece kendimizin değil, bu âna şahitlik edenlerin de duaya katılmasına, şükür hislerine ortak olmasına vesile olacak kadar rahmet buutludur.

Dipnotlar
1. John Lenihan, Human Enginerring, s. 94, New York, John Braziller Inc.1974.
2. Gerald Legg, New Scientisfe
3. Hacıevliyagil S. Tüberkilozda Bulaşma. Malatya, İnönü Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Ana bilim Dalı.
4. Ebu Davut, Edeb, 98.
5. Gürbüz M. Kalp Sağlığı. Bursa, Bahar Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı 6.04.2010.
6. Buhari, Edep,125.
7. Mecmau'z-Zevaid, 8/186.
8. Mecmau'z-Zevaid, 4/181.




Bu bölüm 5123 defa görüntülenmiştir.