Matematik Penceresinden İnkarın Zorluğu
Mustafa TEMİZ


Modern bilim, kâinatı, zahirî sebeplerle izah ederek açıklar. Modern bilim felsefecilerine göre, bilim, varlık ve hâdiselerin nasıl gerçekleştiğini, tabiatüstü bir güç ve kuvvete başvurmadan açıklamaya çalışır. Dolayısıyla modern bilimin açıklamaları, bir Yaratıcı'ya başvurmadan dünyadaki hayatın nasıl var olduğuna ve devam ettiğine dairdir. Modern bilimin bu yönde geliştirdiği teorilerden en başta geleni, evrim teorisidir. Bu teoride, bir Yaratıcı'ya yer verilmez. Evrim teorisi, cansız maddeden canlı hayata geçiş safhası dahil, canlıların nasıl ortaya çıktığına ve devam ettiğine dair tabiî sebeplere dayalı mekanizmaları, İlahî gücün varlığını hesaba katmadan, şans, zorunluluk ve tabiî seleksiyon kavramlarıyla açıklamaya çalışır.

Darvin, kâinatta cereyan eden hâdiselerin, tabiî sebeplerle, özellikle "birçok şeyin tesadüfen bir arada gerçekleşmesi süreci ve yatkınlığı" olarak tanımlanan "şans" kavramı ile açıklanabileceğine inanmıştır. Şans kavramı, gündelik hayatta kullanılan anlamıyla, hedeflenen şeylerin, hâdiselerin beklenen seyri dışında sürpriz olarak cereyan etmesidir. Şans kavramının zıddı ise, iradî ve şuurdur, yani belli bir gayeye yönelik faaliyetlerden beklenen neticenin alınmasıdır. Diğer bir ifadeyle, belirli bir neticenin diğerine iradî veya algoritmik tercihi söz konusu olmadığı zaman şans akla gelir. Evrim teorisinin çeşitli versiyonları arasında, varyasyonlara (mutasyon ve tabiî seleksiyonla birlikte) dayalı olanı, üzerinde en çok spekülasyon yapılandır. Evrim teorisinde değişmeyen tek husus, Yaratıcı'nın varlığının ya göz ardı veya inkâr edilmesidir. Bu teoride, tabiattaki çeşitlilik, "tesadüfî bir oluş" süreciyle açıklanmaya çalışılmaktadır.

Gözlem ve deney yoluyla tespit edilebilen her tabiat olayının açıklanmasında, kişinin irade ve niyetine bağlı olarak, hem tabiî, hem de tabiatüstü sebepler kullanılabilir. İmtihan yeri olan dünyada, her hâdise hem ilahî irade ve kudretin izni ve emri altında, hem de O'nun perde olarak koyduğu zâhirî ve tabiî sebeplerin kuralları içerisinde gerçekleşir. İlahî kudreti göz ardı ederek yapılan modern bilim açıklamalarında ise, şans ve şansa dayalı mekanizmalar çok sık kullanılır. Bilinen bir mekanizmanın muhtemel sonuçlarda rolü söz konusu değilse, herhangi bir hâdisenin şansa veya rastlantıya dayanan tesadüfî bir mekanizma ile gerçekleştiği ifade edilir.

Tabiattaki hâdiseleri, şansa bağlı bir mekanizma ile açıklamak, mevcut açıklama tarzlarından sadece biridir. Modern bilimin kullandığı bu açıklamayı ciddiye almak için, kişinin ya ateist veya agnostik olması veyahut şans faktörünün gerçekleşmesi yönünde yeteri kadar güçlü bir ihtimalin bulunması gerekir. Matematik açısından ihtimallerin değerlendirilmesinde temel prensip, yüksek seviyede bir ihtimalin olmasıdır, yoksa, bu ihtimal elenip diğer ihtimaller göz önüne alınır. Aksi halde, matematikçi/filozof Dembski'nin ifadesiyle "izah yetersizliğini şans ile açıklama" hatasına düşülür:
"Hâdiselerin gerçekleşme ihtimali çok küçüldüğünde, istatistikî mantık ve rasyonalite, şans ihtimalini göz ardı etmelidir. Yoksa, başımız sıkışınca her şeyi şans kavramı ile açıklayabiliriz. Bilim adamları 'izah yetersizliğini Yaratıcı ile açıklama' ithamından korktukları için tabiatüstü her şeyi inkâr edip, 'bilgi eksikliğinin sebep olduğu açıklama boşluklarını şans ile açıklama' hatasına düşerler. Bu hataya düşen bilim insanları, eksik bilginin yerini doldurmak için Yaratıcı bir kudret yerine, şans kavramını kullanmaktadırlar." (Dembski, 98).

Modern bilim, varlık ve hâdiselerin zâhirî sebeplerini deşifre ettiği için, bütün zâhirî sebepler bilinse ve fizikî dünyaya ait hiçbir bilgi boşluğu kalmasa bile, bu varoluşun sadece görünen boyutunun bilinmesidir. Asla ve kat'a, Allah'ın olmadığının delili değildir. Tam tersine O'nun varlığının kudretinin ve ilminin tezahürüdür. Bir hâdisenin fizikî sebeplerini çözmek, o hâdisenin metafizikî boyutunun olmadığını göstermez. Zira her ilmin arkasında O'nun bir isminin hakikati vardır.

İlmî çalışmalarda, "Eksik bilgiyi, şans ile açıklama' kuralının ne kadar gülünç olduğunu anlamak için Dembski'nin kitabında geçen, 'filmdeki şarkıcı', 'çöldeki ayak izleri' ve 'daktilonun yanındaki roman' başlıklı üç örneği inceleyelim: Filmdeki şarkıcı misalinde, şarkıcı yanındakilere grubunun eski bateristinin kendiliğinden yanarak öldüğünü anlatır. Bunu düşündüğümüz zaman, aslında etrafımızdaki bütün hava molekülleri aniden bize hızla sürtünürse biz de her an yanabiliriz; ama böyle bir şeyin gerçekte olabileceğini aklımızın ucundan bile geçirmeyiz." (Dembski, 98)

"Çöldeki Ayak İzleri" misalinde ise, bir bedevi çölde deve izleri gördüğü vakit, bunları şansa bağlamaz. Bu izlerin şans eseri olarak, rüzgârın kumları şekillendirmesiyle oluştuğunu düşünmez. Onun yerine, biraz önce oradan bir devenin geçmiş olduğuna hükmeder. Kısacası, şansa dayalı olma senaryosu, hiç olmayacak bir ihtimal üzerine kuruludur. Rüzgârın normalde oluşturduğu şekilleri bilen bedevi, kendisi deveyi gözüyle görmüş olmasa da, oradan bir devenin geçtiğinden emindir.

"Daktilonun Yanındaki Roman" ise, şans kavramının düşük ihtimalli olduğu duruma en güzel misallerden biridir. Farz edelim ki, daktilonun yanında bir roman gördünüz. Romanın yanında da bir maymun... Romanı kimin yazdığına dair bir açıklama yapma adına, maymunun tuşlara rast gele basmak suretiyle romanı yazdığını söyleyebiliriz. Halbuki şimdiye kadar edebiyattan anlayan bir maymun görülmemiştir. Eğer maymunun deneme yanılma yoluyla böyle bir romanı yazmaya ömrünün yetmeyeceğini, orada bu kadar çok kâğıt olmadığını bilseniz veya ortada hiç atılmış kâğıt bulamasanız, romanı maymunun yazmış olmasının imkansız olduğunu kabul etmek zorunda kalırsınız. Bu durumda, diğer ihtimaller üzerinde durur, meselâ edebî bir eser yazabilecek kabiliyette bir şahsın romanı yazıp oraya bıraktığını düşünürsünüz. Bir maymunun ne yazdığını bilmeden (yani şansa bağlı olarak) bir roman ortaya koyabilmesi sonsuzda sıfıra yakın küçük bir ihtimaldir.

Bu örneklerin hepsi genel bir prensibe işaret etmektedir; rastgele gerçekleşmesi imkânsız olan ve belirli bir tercihin söz konusu olduğu fiiller, tesadüfe bağlı mekanizmalar tarafından gerçekleştirilemez. Ayak izleri bize örneği insanın olmayacak ihtimaller üzerinde durmadığını, ihtimaller arasında tercih yaparak, yani şuurlu bir tercihle veya gâyeye yönelik olarak bir sonuca vardığını gösterir. İkinci olarak; "eksik bilgiyi şans ile açıklama" durumunun komikliğini gösterir. Bu bilgiler ışığında varyasyonlara dayalı evrim teorisinin kullandığı şansa bağlı mekanizmalar, tabiatı, sadece tabiatın içindeki sebeplerle açıklamak mecburiyetinden doğan matematik akılla örtüşmeyen açıklamalardır. "Canlıları şans ve zaman faktörü ile açıklamak için neredeyse sonsuz sayıda deneme-yanılma hâdisesi gerçekleşmiş olmalıdır ve bu süreç sonucunda bir sürü işe yaramaz organizma ortaya çıkmış, bunlar bir kenara atılmış olmalıdır; muazzam ölçüde madde, zaman ve mekan kullanıldıktan sonra, yaşayabilir, düzgün organizmalar meydana gelmiştir." gibi zoraki açıklamalar yapılmak mecburiyetinde kalınmıştır. Bu da Allah'ı kabul etmeden varlık ve hâdiseleri açıklamada ve akla tasdik ettirmede yaşanan zorluğu gösterir.

Şans faktörü ve "uygunluk" fonksiyonu
Bazı bilim adamları, evrimde işleyen tabii algoritmaların körlemesine bir arayış olmadığını; zira bazı neticeleri diğerlerine tercih eden bir uygun olma fonksiyonunun hâdiselerin içine gizli bir formül olarak yerleştirildiğini veya var olduğunu düşünürler. Bir bakıma, varlık ve hâdiselerin içinde mündemiç olan "yere, zamana ve şartlara uygun olma fonksiyonu (goodness of fit)" her nesilde hangi organizmaların daha fazla istikbal vaat ettiğinin belirlenmesini açıklamak için kullanılan kavramdır. Uygunluk fonksiyonu kavramını daha iyi anlayabilmek için, hayvan yetiştirmedeki seçiciliği ele alalım. Hayvan yetiştiricileri, damızlık olarak en iyi vasıflara sahip olduğunu düşündükleri hayvanları seçerler. En çok yumurta veren tavuklar veya en çok yünü olan koyunlar bu özellikleri devam etsin ve daha iyi ürün alınsın diye damızlık olarak ayrılırlar. Tabiatta cereyan eden hâdiselerdeki düzenlilik ve eş zamanlılık içinde gerçekleşen "yere, zamana ve şartlara uygun olma fonksiyonu (goodness of fit), yetiştiricilerin hayvan seçimindeki kriterlerine benzetilebilir. Fakat bitki ve hayvan yetiştirmede kullanılan, yere, zamana ve şartlara uygun seçicilik algoritmasında, hayvan yetiştiren şahıs, bu fonksiyonu tanımlayan ve uygulayan kişidir. Evrim teorisinde ise, varlık ve hâdiseleri sadece tabiattaki unsurlarla izah etme mecburiyeti olduğu için, zaman ve mekan üstü akıl ve şuur sahibi bir zâta yer verilmemektedir. Mecburen, varlık ve hâdiselerin işleyişinde var olduğu tespit edilen "uygun olma' fonksiyonu, kâinattaki fiziko-kimyevî fonksiyonların bir sonucu olarak tanımlanmaktadır. İşin daha da vahimi, hakikatte Yaratıcı'nın izzet ve azametine perde olarak yarattığı zahiri şartlar ve tabii sebeplerin bunları gerçekleştirdiğini kabul eden anlayış, zihinlere hakim olmakta ve perde hükmündeki tabii sebeplere bir güç ve irade isnad edilerek, gizli veya açık şirk ve inkar yoluna sapılmaktadır.

Tabiattaki değişimi, farklılaşmayı, çeşitlenmeyi, dönüşümü açıklamak için tanımlanan algoritmalar, uygunluk fonksiyonu, ateist veya agnostik bilim insanlarının elinde yanlış yorumlanmakta ve çarpıtılmaktadır. Tabiatta gözlenen sebep ve sonuç arasındaki uyumluluk ve uygunluğu tanımlayan "uygun olma fonksiyonunun" kolayca gerçekleşmeyecek çok hassas bir denge üzerine kurulu dünya şartlarında ortaya çıktığını hatırlamalıyız. Buna göre, eğer bu uygun olma fonksiyonu, iddia edildiği gibi kendiliğinden yeni bir şey tasarlamaya, yaratmaya kâdir ise, her şeyden önce bunun nasıl ortaya çıktığı açıklanmalıdır. İkinci olarak, bu uygunluk fonksiyon kavramı doğru dürüst tanımlanmamıştır. Ateistler bile bu fonksiyonun tam olarak ne olduğunu ve nasıl işlediğini tarifte güçlük çekmektedir. Ateist ve agnostiklerin, bu fonksiyonu tanımlama ve kabul edilebilir hale getirme çabaları bir tekrardır. Uygunluk fonksiyonu, "içinde bulunduğu ortama en uygun organizmaların, o şartlarda en fazla yavru vereceğini farz eder ve bu organizmayı 'en fazla yavru veren organizma' olarak tanımlar." (Johnson, 91) Bu yaklaşımı dikkate alarak, ünlü filozof Karl Popper şöyle demiştir: "Önde gelen çağdaş Darvincilerin bazıları teoriyi öyle bir ifade etmişlerdir ki, 'Bundan en fazla yavru veren organizmalar, en fazla yavru veren organizmalardır.' şeklinde bir totoloji (tekrar) ortaya çıkmaktadır." Uygun olma fonksiyonu açıkça tanımlanmadığı için, bu fonksiyonun canlıların çeşitliliğini sağlamaya nasıl muktedir olabileceğini, ne ilmî olarak, ne de matematik açısından açıklamak mümkündür. Bütün bu açıklamalar, Allah'ı inkâr etmenin ne kadar zor olduğunu gösterirken, O'na inanmanın ne kadar kolay olduğunu göstermektedir. İman eden kimse için, canlılar arasında gözlenen "Uygunluk fonksiyonu" Allah'ın kâinata ve bilhassa canlılar âlemine koyduğu kanunlardan biridir. Bu kanunlar, Allah'ın izzet ve azametine bir perde olarak yaratılmıştır.

Kâinatın sınırları
Ateist fizikçi Carl Sagan, evrim sürecini kastederek; "Yeterince zaman olduğu takdirde, şans faktörü mucizeler meydana getirebilir." demiştir. Bu ifade teoride doğru kabul edilebilmekle beraber, yeterli zaman olduğu takdirde şans faktörü bir mucize elde edene kadar muazzam sayıda deneme-yanılma ürünü ortaya koymalıdır. Dahası, kâinatın bir başlangıcı ve yaşı vardır; içindeki madde miktarı da sonsuz değildir. Yani şans faktörünün işleyeceği zaman ve madde kısıtlıdır. Bu durumda akla gelen soru şudur: Kâinatın yaşı yaklaşık tahmin edildiğine göre, kâinattaki madde miktarını ve gerçekleşebilecek değişiklikleri göz önüne aldığımızda, şans faktörünün tek bir canlı hücre meydana getirebilme ihtimali nedir? Bu sorunun cevabı önemlidir. Zira şans faktörünün dikkate alınmaya değer olup olmadığını bu soru belirleyecektir. Kâinatta bütün imkânların kullanıldığı ve ihtimallerin denendiği düşünülse bile, ihtimal sınırlarının ötesindeki ihtimaller geçersiz sayılır. Dembski bu sayıyı 10-150 , yani virgülden sonra 150 sıfırın ardı ardına geldiği çok küçük bir sayı olarak hesaplamış ve bunun mânâsını şöyle açıklamıştır:
"Gözlemlenebilen kâinatta ihtimal hesabında kullanabileceğimiz veriler çok sınırlıdır. Bilinen fizikî evrende 1080 civarında temel parçacık bulunduğu tahmin edilmektedir. Dahası, maddenin öyle özellikleri vardır ki, bir fizikî halden diğerine geçiş saniyede 1045 kereden daha hızlı gerçekleşemez. Bu zaman aralığı, kâinatta anlamlı en küçük zaman birimini teşkil eden Planck zamanına tekabül eder. Son olarak belirtelim ki, kâinat 1025 saniyeden milyarlarca defa daha gençtir (kâinatın yaşını 10 ile 20 milyar yıl arasında kabul ediyoruz). Şimdi, eğer bilinen maddî kâinatta belirli olayların gerçekleşebilmesi için en az bir temel parçacık gerekiyorsa ve Planck zamanından daha kısa zamanda hiçbir şey gerçekleşmiyorsa, bu kozmolojik kısıtlamalara göre, kozmik tarih boyunca gerçekleşebilecek toplam olayların sayısını hesaplarsak, 1080 x 1045 x 1025 =10150 rakamını geçemediğini görürüz.

Gözlemlenebilen kâinattaki bütün bilinen verileri hesaba katsak bile 10150 de l'den küçük ihtimaller imkânsız kalacaktır. Bu yüzden 10150 de l ihtimal, evrensel ihtimaliyat sınırı olarak kabul edilmektedir.

10-150 gibi küçük bir ihtimal, bize kâinatın, sadece ihtimalleri kullanarak kompleks yapılar elde edilebilecek çok küçük bir mekan olduğunu anlatmaktadır. Stuart Kuffman bu meseleyi 'Soruşturmalar' adlı kitabında tafsilatlı olarak incelemiştir. Verdiği örneklerden birinde, 200 amino asitten meydana gelmiş ihtimal dahilindeki proteinlerin maksimum sayısını (yani 20200 veya yaklaşık 10260) ve kâinatın tarihi boyunca parçacıkların ikili olarak çarpışma ihtimalini ele almıştır. (Çarpışmaların reaksiyona girme oranının femto-saniye 10–15 cinsinden hesaplanabileceğini farz ederek, toplam 10193 çarpışma olabileceğini bulmuştur.) Kauffman'ın vardığı sonuç şudur: Bilinen kâinatın Big Bang'den bu yana 200 amino asitten oluşan ihtimal dahilindeki proteinleri bir kere bile üretmeyi başarabilmesi için yeterli zamanı olmamıştır. Bunu daha iyi vurgulayabilmek için, şu ifadeyi kullanır: '200 amino asitten meydana gelebilecek mümkün bütün proteinlerin bir kere bile tabii olarak kendi kendine oluşabilmesi için kâinatın yaşının 1067 katı kadar bir süre gerekmektedir."
(Dembski, 98) .

Şunu unutmamalıyız ki, bu evrensel ihtimaliyat sınırının kesin değerinin kritik önemi yoktur. Tabiattaki hâdiseleri açıklamak için ortaya atılan "şansa dayalı mekanizma varsayımı" hakkında yorum yapabilmemiz için, yaklaşık bir değer bile yeterlidir. Böyle bir tahmini hesaplama ile yukarıda bahsettiğimiz evrensel ihtimaliyat sınırını birleştirir ve sağduyumuzu da kullanırsak, dünyada ilk canlıların meydana gelmesini veya canlı türlerinin çeşitliliğini şansa bağlamanın akıl kârı olmadığını anlarız.

Fosil kayıtları
Allah'ı kabul etmeden, tabiatın ortaya çıkışını ve işleyişini şansa dayalı mekanizmalarla açıklamaya çalışmadaki bir başka zorluk, fosillerle ilgilidir. Eğer şans faktörü doğru olsaydı, deneme yanılma sürecindeki yanılmalar, başarılı denemelere göre çok daha fazla olacaktı. Bu durumda fosil kayıtlarında, az bir miktar normal canlı fosiline mukabil, muazzam sayıda fonksiyonsuz organizma fosilinin olması gerekirdi. Şansa bağlı mekanizmalarda başarısız denemelerin sayısı, başarılı denemelerin kat kat üstünde olduğuna göre, fosil kayıtlarında da aynı oranda yansıması beklenmelidir. Fosil kayıtlarında nesli tükenmiş birçok canlı olmasına rağmen, şans eseri oluşan mutasyonla ortaya çıkmış fosil yığınları bulamıyoruz. Dinozorların neslinin tükenme sebebi, hâlâ tartışılmakla beraber, hayattayken normal canlılar oldukları kabul edilmektedir.

Netice
Özet olarak, bir matematikçi şans faktörünün dünyada hayatı meydana getirebilme ihtimalini hesaplamaya kalktığında, bahsettiğimiz sebeplerden dolayı bu "şansa dayalı açıklamayı" akıldan uzak bulacaktır. Canlılar kompleks ve sanatlıdır. Kâinatın yaşı ve içindeki madde miktarı, bütün ihtimalleri deneyip sonunda dünyadaki çeşitli hayat formlarını tesadüfen meydana getirebilmek için çok yetersizdir. Fosil kayıtları, şans faktörünün gerektirdiği başarılı ve başarısız denemeler oranını yansıtmamaktadır. Allah'ın iradesi ve takdiri olarak tanımlanmayan ve görülmeyen şans faktörünün mahiyetini ortaya koyma sadedinde buraya kadar anlatılanlar, aynı zamanda 20.asrın başlarında yazılan Mesnevi-i Nuriye'deki, "İnkâr ve küfr yolunda nihayetsiz zorluk, iman yolunda hadsiz kolaylıklar vardır. Küfür ve inkâr yolunda hayatı açıklamak ve anlamlandırmak, buzlar üzerinde yürümeye benzer." ifadelerini de daha iyi anlamamıza vesile olacaktır.

Şans faktörüne dayandırılan ve Allah'ı işin içine katmadan canlıların ortaya çıkışını ve çeşitliliğini açıklamaya yönelik evrim teorisi karşısında, tarafsız bir matematikçi şunu söylemek zorunda kalacaktır: "Aklımı çıkarıp atmadığım sürece, ben bu açıklama tarzını kabul edemem. Hayatın Yaratıcısı, ne yaptığını çok iyi bilen Âlîm, Hakîm ve her şeye Kadir bir Zât olabilir." Aklı selim sahibi bir matematikçi, çöldeki deve izine düz bir yorum getiren cahil bedevi ile aynı sonuca varacaktır: "Bir yerdeki deve tersi, devenin varlığına işaret eder. Yoldaki ayak izleri oradan bir yolcunun geçtiğini gösterir. Aynen öyle de, bütün yıldızlarıyla şu koca sema, vadileriyle ve dağlarıyla, şu yeryüzü ve dalgalarıyla deniz, hepsi tek tek ve birlikte, Kadir, Hakîm, Rahman ve Rahim olan bir Zât'a işaret eder."




Bu bölüm 5252 defa görüntülenmiştir.